2 Ocak 2011 Pazar

Çim Biçme Traktörüyle Çıkılan Yolculuğun Kahramanı: Alvin Ray Straight


Alvin Ray Straight (17 Ekim 1920 - 9 Kasım 1996) Scobey, Mont’da doğdu. İşçi olarak çalıştı. İkinci Dünya Savaşında ve Kore Savaşında yer aldı.

Straight Laurens, Iowa’da sessiz bir hayat sürüyordu; onu meşhur edecek olan sıra dışı yolculuğunu gerçekleştirene kadar. Alvin’in Wisconsin’deki ağabeyi Henry yakın zamanda kalp krizi geçirmişti ve hastaydı; Straight neredeyse 10 yıldır konuşmadığı 80 yaşındaki Henry’yi ziyaret etmek istiyordu. Straight toplu taşımaya itimat etmiyordu ve araba da kullanamıyordu; çünkü gözleri iyi görmüyordu ve ehliyeti de yoktu. O da 1966 model John Deere marka çim biçme traktörü ile Wisconsin’e gitmeye karar verdi. 5 Temmuz 1994’te üç metrelik bir treylere mazot, yiyecek, giysi ve kamp malzemeleri yükledi. Treyleri çim biçme traktörüne bağlayıp yolculuğuna başladı. Traktörün azami hızı saatte 8 kilometre idi ve arka yollarda süren yolculuk yaklaşık 6 hafta sürdü. Straight yağmurlu havalara ve aracının çıkardığı sorunlara mukavemet gösterdi. Efsanevi yolculuğu gazete başlıklarında yer buldu. Straight ilgi odağı olmaktan rahatsızlık duyuyordu ve Amerika’nın ünlü talk showlarından gelen davetleri reddetti. Straight beş oğlan ve iki kız babası olarak kalp hastalığından hayatını kaybetti. Cenazesinde sonra mezarlığa yolculuğunda kullandığı çim biçme traktörüne benzer bir traktörle götürüldü.

Alvin Ray Straight'in hayatı 1999 yılında David Lynch tarafından "Straight Story" filmine uyarlandı.

30 Aralık 2010 Perşembe

Havalimanının Gitmek Bilmeyen Misafiri: Mehran Karimi Nasseri



Mehran Karimi Nasseri (d. 1942) 1977 yılında İran şahı Rıza Pehlevi karşıtı gösteri düzenlemekten dolayı ülkeden ihraç edildi. Nasseri bir süre Avrupa başkentlerini dolaşarak iltica edebileceği bir ülke aradı. Gittiği her ülkeden red cevabı alsa da, 4 yıl sonra Nasseri’ye Belçika tarafından mülteci statüsü verildi. Bu yeni statüsü sayesinde istediği bir Avrupa ülkesinin vatandaşı olma hakkını kazandı. Daha önce Belçika’da 6 yıl yaşamıştı ve bu süre içinde Birleşik Krallık’ta bir geleceğinin olabileceğine karar verdi. Annesi Britanyalıydı ve İngiltere’de onu aramaya karar verdi, ayrıca burada çeşitli bağlantılar sağlayabilirdi. Yolculuğunu Paris üzerinden gerçekleştirecekti.

İşte bu noktada işler Nasseri için ters gitmeye başladı. Tren ile Paris’e giderken, bütün mültecilik belgelerinin olduğu evrak çantasını çaldırdı. Eksik belgelerle seyahat etmeye çalışmak akıllıca bir iş değildi ama Nasseri yine de havaalanına gitmişti. Belgelerinin eksik olmasına rağma Charles de Gaulle havalimanı yetkilileri Nasseri’nin İngiltere uçağına binmesine izin verdiler.

Ön görülebileceği gibi Londra Heathrow Havalimanı'nda, Nasseri’nin belgelerinin eksikliği fark edilmişti. Onun ülkeye girişi için hiçbir yol yoktu. Hatta pasaport kontrolünden dahi geçemedi. Ardından Fransa’ya giden bir uçağa bindirilerek tekrar Paris’e gönderildi.

Nasseri, Charles de Gaulle havalimanına vardığında ülkeye yasadışı olarak girmeye teşebbüsten tutuklandı. Elinde durumunu kanıtlayabileceği hiçbir belge yoktu. Belgelerinin kayıp olması aynı zamanda Fransa’nın onu gönderebileceği bir anavatanının da olmaması demekti. Yani hiçbir şekilde İran’a da gönderilemezdi. Bu garip durumun hiçbir çözüm yolu yoktu, böylece polis onu havalimanına geri bırakmak zorunda kaldı.

Fransa mahkemeleri Nasseri’ye geçici vize ya da mülteci statüsü verecek yetkiye sahip değildi. Belçika ise Nasseri’nin mültecilik belgelerini yeniden düzenleyebileceğini, ancak böylesine önemli belgeleri posta yoluyla gönderemeyeceğini, Nassari’nin kendisinin Belçika’dan bu belgeleri alması gerektiğini söyledi. Böyle bir durum da söz konusu değildi.

Nasseri belgeleri olmadan ne başka bir ülkeye uçabilirdi ne de tekrar tutuklanma korkusuyla Fransa’ya giriş yapabilirdi. Nassiri kendi cehennemine, Charles de Gaulle havalimanının 1 numaralı terminaline, kavuşmuştu.

Nasseri tam 18 yıl boyunca burada yaşadı. Yaşam alanı kırmızı bir bank, küçük bir masa ve bavul taşıma arabasından oluşuyordu. Zamanını kitap okuyarak, günlük tutarak ve ekonomi çalışarak geçiriyordu. Havalimanı çalışanlarıyla birlikte yemek yiyordu.

Belçika Hükümeti 1995 yılında Nasseri’ye Belçika’ya geri dönmeyi, Belçika’da bir devlet görevlisinin gözetimi altında yaşaması şartıyla teklif etti. Nasseri bu teklifi kabul etmedi çünkü o sadece Londra’da yaşamayı istiyordu. Nasseri’nin bu teklifi reddi havalimanındaki 7 yıllık yaşantısında psikolojisinin bozulduğunun göstergesi olarak düşünüldü.

1999 yılında Fransa ona geçici oturma izni teklif etti ama o bu teklifi de geri çevirdi. Ona göre Fransa belgelerde hata yapmıştı ve onu İranlı olarak göstermişlerdi. O ise İran’dan atıldığında artık İranlı olmadığından emindi. Terminalde geçirdiği 11 yılın ardında Nasseri adeta kurumsallaşmış olmanın bütün berlitilerini gösteriyordu.

Nasseri 2006 yılında bilinmeyen sebeplerle hastaneye kaldırıldı. Hastaneden çıkınca havaalanının Kızılhaça ait bölümünde bakıldı, ardından kısa bir süre havalimanına yakın bir otelde kaldı . Daha sonra 6 Mart 2007’de Fransa’da bir hayır kuruluşunun evsizler yurduna yerleştirildi. Nasseri hala orada yaşamaktadır.



28 Aralık 2010 Salı

61 Yaşındaki Sıradışı Atlet: Cliff Young



Avustralya her yıl Sdyney’den Melbourne’ye kadar olan 875 kilometrelik dayanıklılık yarışına ev sahipliği yapar. Bu yarış dünyanın en zor yarışı olarak adlandırılır ve dünyanın en iyi atletleri bu yarışa katılmak için Sdyney’e gelirler. Bu atletler genellikle 30 yaş altı, en gelişmiş koşu kıyafetlerine sahip atletlerdir.

1983 yılında bu atletler büyük bir sürpriz ile karşılaştılar. Yarış günü Cliff Young (8 Şubat 1922 – 2 Kasım 2003) adında bir adam iş önlüğü ve üzerine galoş geçirdiği iş botlarıyla ortaya çıktı. Herkes bu adamın yarışı izlemek için geldiğini düşünüyordu; ne de olsa Cliff 61 yaşındaydı.

Cliff numarasını almak üzere kayıt masasına geldiğinde herkes onun yarışa katılacağını anlamıştı. Dünyanın en iyi 150 atletiyle birlikte koşacaktı.

Herkes onun çılgınca bir şakanın oyuncusu olduğunu düşünüyordu ama basın merakla onu izliyordu. 64 göğüs numarası ile özel ve pahalı yarış kıyafetleri içinde bekleyen diğer yarışçıların yanına geldi. Kameralar ona odaklandı ve muhabirler ona sorular sormaya başladılar:

“Kimsin ve ne yapıyorsun?”
“Ben Cliff Young. Melbourne’nin dışında, koyunları güttüğümüz geniş bir çiftlikten geliyorum.”
“Gerçekten bu yarışta koşacak mısın?”
“Elbette.”
“Sponsorun var mı?”
“Hayır.”
“O zaman koşamazsın.”
“Tabii ki de koşarım.” dedi Cliff. “Ben at veya 4 tekerlekli herhangi bir aracın parasını karşılayamadığımız bir çiftlikte büyüdüm. Ancak 4 sene önce bir araç alabildik. Ne zaman fırtına yaklaşsa hemen koşup bütün sürüyü toplamam gerekiyordu. 2000 koyunumuz ve 8 kilometre kare arazimiz vardı. Bazen onları toplamak 2 ya da 3 günümü alırdı ama onları yakalardım. Bu yarışı bitirebileceğime inanıyorum. Alt tarafı 5 gün; sürüyü kovaladığımdan 2 gün fazla.”

Maraton başladığında tüm yarışçılar Cliff’i geride bıraktılar. İzleyenler ona bakıp gülüyorlardı çünkü doğru şekilde koşmuyordu; rahat ve bir amatör gibi koşuyordu.

Şimdi 61 yaşındaki ağzında diş dahi bulunmayan Beech Forest’li patates çiftçisi, dünyanın en iyi atletleriyle bu son derece zorlu yarışta koşuyordu.

Yarışa katılan tüm atletler yarışı bitirmenin 7 gün alacağını ve bunun için günde yaklaşık 18 saat koşup 6 saat uyunması gerektiğini biliyordu. Ama Cliff Young bunu bilmiyordu.

Sabah olduğunda yarışı takip eden insanlar sabah haberlerinde başka bir sürprizle daha karşılaştılar. Cliff hala yarıştaydı ve bütün gece Mittagong adı verilen şehre kadar koşmuştu. Görünüşe göre Cliff ilk gece hiç uyumamıştı ama yine de diğer atletlerin oldukça gerisindeydi.

Koşmaya devam etti. Koşarken ona yarıştaki stratejisi sorulduğunda. “Bitirene kadar koşmak.” diye yanıt veriyordu ve dediğini yaptı da. Her gün diğer atletlere biraz daha yaklaştı ve son gün onları geride bıraktı. Cliff Sadece 61 yaşında zorlu bir maratonu kazanmadı, aynı zamanda yarış rekorunu 9 saatle geçti ve ulusal bir kahraman oldu. Avustralya halkı dünyanın en iyi atletlerini geride bırakan bu 61 yaşındaki çiftçiyi çok sevdi.

875 kilometrelik yarışı uyuması gerektiğini bilmeyerek 5 gün, 15 saat ve 4 dakikada koştu. Yarışta, koyunları kovaladığını ve onları fırtınadan korumaya çalıştığını hayal ederek koştuğunu söyledi.

Cliff 10.000 dolarlık ödülü kazanınca, ödülden haberi olmadığını söyledi ve ödülü kabul etmedi. Paranın yarışı Cliff’in ardında bitiren ilk 5 kişiye 2000’er dolar olarak dağıtılmasını istedi. Ne bu yarışta ne de bundan sonra katıldığı diğer yarışlarda hiçbir ödülü kendi için istemedi.

Yardım kuruluşlarının yararına birçok koşuya katıldı, çoğunu tamamlayamasa da bir halk kahramanı olarak halkın sevgisini kazandı. Uzun süren hastalığının ardından 2 Kasım 2003 yılında, 81 yaşında hayata veda etti.



Sosyal Hayatı Reddeden Bir Gezgin: Christopher Johnson McCandless



Christopher Johnson McCandless (12 Şubat 1968 - 18 Ağustos 1992) 1990 yılında Emory Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra üniversite hayatı boyunca banka hesabında biriken 24.000 dolarını hayır kurumlarına bağışlayıp kimseye haber vermeden otostop ile Amerika’yı dolaşmaya başladı.

McCandless’ın bu girişimi Tolstoy, Thoreau ve özellikle Jack London gibi hayran olduğu yazarların kitaplarıyla şekillenmişti. McCandless kapitalist dünya düzeninin hayatın gerçek zevklerini körelttiğini ve mutluluğun sadece insan ilişkilerinden kaynaklanmadığına inanıyordu. Kitaplarında doğal yaşamın güzelliklerini ve doğada tek başına yaşamanın mümkün olabileceğine dikkat çeken bu yazarlardan etkilenerek, kendi serüvenine atıldı.

McCandless ailesine ve üzerine titrediği kız kardeşine bile haber vermeden Üniversite hayatı boyunca kaldığı evini terk ederek yola çıktı. 2 yıl boyunca tüm Amerika’yı baştan sona gezdi ve 2 yıl boyunca ailesiyle hiç bağlantı kurmadı. Adını Alexander Supertramp (Süper Berduş) olarak değiştirdi ve tüm kimliklerini imha etti. Yolculuğu sırasında bir çok insanla tanıştı ve bu insanların hayatlarında önemli izler bıraktı. Bu insanlar arasında bir süre yanında çalıştığı Wayne Westerberg, hippi yaşam tarzına sahip Jan Burres ve Bob, McCandless’a torunu gibi bağlanan Ron Franz de vardı. 2 yıl süren başıboş yolculuğunun ardından son durak olarak belirlediği Alaska’nın yolunu tuttu. Onu Alaska’ya getiren Jim Gallien, McCandless’ın gördüğü son insandı. Alaska’ya vardığında yanında 5 kilo pirinç, 22 kalibrelik bir tüfek, bir kamera, tüfek için mermiler ve sevdiği birkaç kitap vardı.

McCandless Alaska’da “Magic Bus” yani “Sihirli Otobüs” olarak adlandırdığı FairBanks belediyesine ait terk edilmiş bir otobüsü evi olarak benimsedi. Alaska’da yaşadıklarını, fiziksel ve ruhsal durumunu günlük şeklinde tuttuğu kısa notlar halinde defterine kaydetti. McCandless Alaska macerasını noktalamak isteğinde ise dönüş yolunda kötü bir sürpriz ile karşılaştı. Daha önce kar ve buzullarının henüz erimemiş olmasından dolayı kolaylıkla geçtiği nehir artık derin ve şiddetle akan bir hal almıştı. Yanında harita olmamasından dolayı alternatif geçiş yollarını bilmediğinden sular çekilene kadar bir süre daha Alaska’da kalmaya karar verdi.

McCandless Alaska’da geçirdiği 112 günün ardından hayatını kaybetmiştir. Ölüm sebebi yediği zehirli bitki tohumlarının neden olduğu açlık olarak bilinse de, yapılan araştırmalarda yediği bitkilerin toksik özellikte olmadığının ortaya çıkması, ölümü üzerinde bazı kuşkular yaratmıştır.